31 Ekim 2010 Pazar

17.YÜZYIL ISLAHATLARI(YENİLİKLERİ)

17. YÜZYIL ISLAHATLARININ AMACI VE ÖZELLİKLERİ
Islahat Yapmak İstemelerinin Nedenleri:Osmanlı Devletinin savaşlarda eskisi gibi etkili olamaması, devlet otoritesinin zayıflaması sonucu, sık sık isyanların baş göstermesi, ekonomik durumun bozulması gibi ne-denlerle Osmanlı devlet adamları ıslahat yapma gereği duydular.
PADİŞAH ISLAHATÇI ISLAHATLAR
I. Ahmet Osmanlı Hanedanı içinde en yaşlı ve akıllı olanın (EKBER ve ERŞED) padişah olması esası benimsendi.
I Ahmet
Kuyucu
Murat
Paşa (1606-1611) 1606'da sadrazam olduğu zaman Murat Paşanın yaptığı en önemli iş, Celâlî İsyanlarını bastırmasıdır. Kuyucu Murat Paşa, aldığı sert önlemlerle devlet otoritesini yeniden sağladı. Ancak, sağlanan güvenlik ortamı, isyanların gerçek nedenlerini ortadan kaldırma şeklinde olmayıp tamamen askerî önlemlere yönelik olduğu için uzun sürmedi. Aslında ıslahatçı de-ğildi .
Genç (II.)
Osman
1) Şeyhülislâmın fetva vermek dışındaki yetkilerini almak suretiyle ilmiye sınıfının devlet işlerine karışmalarına engel oldu.
2) Tamamen bozulan Yeniçeri Ocağını kaldırarak yerine Anadolu ve Suriye'deki Türklerden oluşan "milli bir ordu" kurmak istedi. (Yeniçeri Ocağını kaldırmak isteyen ilk Osman-lı padişahıdır.)
3) Kıyafette değişiklik yapmak ve zamana uygun kanunlar çıkarmak düşüncesindeydi.
4) Yönetimi devşirmelerin etkisinden kurtarmak için başkenti tamamen Türk olan Anadolu’da bir şehre taşımayı düşündü.
5) Bozulan ahlaki düzeni düzeltmek amacıyla içki yasağı koydu.
6) Maliyeye önem vererek din adamlarına ve yeniçerilere verilen parayı kesti.
7) Fatih’ten beri uygulanmayan saray dışı evliliği başlattı. Saray dışından evlilik yaparak sarayı halka açmak istedi(sosyal alanda ilk).
IV. Murat
 11 yaşında padişah oldu.
1) Önce, yeniçerileri disiplin altına aldı ve İstanbul’un güvenliğini sağladı
2) Daha sonra yeniçerilerden destek alarak tımarlı sipahi zorbalarını ortadan kaldırdı.Anadolu’da güvenliği sağladı.
3) Orduların başında İran’a iki sefere çıktı. Bu seferler sırasında, Anadolu'daki Celalileri ortadan kaldırarak, düzeni yeniden sağladı.
4) Tütün yasağı koydu. Meyhaneleri kapatıp gece fenersiz sokağa çıkmayı yasakladı. Şiddete dayanan kuvvetli bir disiplin sağladı. Böylece asayişi sağladı. Daha çok topulmsal dü-zeni sağlayacak ıslahatlar yapmıştır.
5) Haksızlık ve zorbalık yapan devlet memurları engellenerek kanun hakimiyeti kurulmaya çalışılmıştır.
6) Yönetimdeki bozuklukları düzelterek, yersiz ve fazla harcamaları önledi, gelirleri artırdı.
7) Tımarlar eskiden olduğu gibi savaşlarda yararlılık gösterenlere verilmiştir.Anadolu ve Rumeli’deki tımarlı sipahilerin gerçek sayısını öğrenmek için yoklamalar yapılmıştır.
8) Devlet üzerindeki kadınlar ve saray ağaları saltanatına son verdi.
9) Ülkenin gerilemesi üzerinde de durmuş, devleti gerilemekten kurtarmak için ne gibi ıslahatlar yapılması gerektiğini öğrenmek istemiştir. Bu amaçla devlet ileri gelenlerinin dü-şüncelerine başvurmuştur.
NOT:Bu raporların en önemlisi KOÇİ BEY tarafından hazırlanmıştır.
 IV. Murat bozulan devlet düzenini baskı ve şiddet yolu ile düzeltmeye çalışan ilk Osmanlı padişahıdır.
IV. Mehmet (1648-1687 ) Tarhuncu Ahmet Paşa IV.Mehmet tarafından sadrazamlığa getirildi. Tarhuncu Ahmet Paşa sadrazam olduğu sırada devam etmekte olan Girit Savaşı nedeniyle, ordunun ve donanmanın paraya gereksinimi vardı. Maliye ise bir çıkmaz içinde bulunuyordu.
1) Tarhuncu Ahmet Paşa, yersiz verilmiş olan görevleri kaldırdı.
2) Divan üyelerinden ve diğer yöneticilerden hazineye para sağladı.
3) Bu dönemde, malî duruma bir çözüm bulmak için bazı illerin, iltizama verilerek valilerin bu gelirin bir kısmını hazineye göndermesine, dirlik sahiplerinin de gelirlerinin bir kısmı-nı hazineye aktarmalarına karar verildi.
4) İlk kez mali yılın bütçesini önceden hazırladı.
5) Bütçeyi denkleştirmek için büyük çaplı bir düzenleme yapmak gerekiyordu. Devletin maliyesi, ordusu, donanması bozulmuş, saray israfları artmıştı. Bu durumu önlemek için ta-sarruf tedbirlerini uygulamaya koyarak bütçeyi çok sıkı denetim altına almaya çalıştı.Tarhuncu'nun aleyhinde olanlar, Şehzade Süleyman'ı padişah yapmak istiyor, diyerek IV. Mehmet'e duyurunca, Tarhuncu Ahmet Paşa idam edildi.
prülüler Dönemi (1656-1702) Köprülü Mehmet Paşa
(1656- 1661) Tarhuncu'dan sonra işbaşına gelenlerin başarısızlığı üzerine Valide Turhan Sultan'a Vezir Köprülü Mehmet Paşa tavsiye edildi. Köprülü, devleti bu durumdan kurtaracağını, ancak bazı şartları olduğunu söyledi. Köprülü; şu koşullarda görevi kabul edeceğini söyledi:
a) Sadrazamlık görevine kimsenin karışmaması ( sarayın devlet işlerine karışmaması )
b) Devlet işleriyle ilgili tekliflerin saray tarafından kabul edilmesi
c) Devlet memurlarının atanmasında ve görevden alınmasında kendisine baskı yapılmaması
d) Kendisi hakkında bir şikâyet olursa, soruşturma yapılmadan görevden alınmaması ve ceza-landırılmaması  Bu koşulları istemekteki amacı kendine rahat bir çalışma ortamı oluştur-maktı .
 Köprülü Mehmet Paşa sadrazamlığa koşullu olarak gelen ilk sadrazamdır.
 Osmanlı tarihinde Köprülüler Dönemi 1656-1702) di¬ye adlandırılan bir dönem başladı.
1) Köprülü, ilk olarak ülkenin iç durumunu düzeltti. Yönetim konusunda ihmalleri görülen devlet adamlarını ce¬zalandırdı.
2) İstanbul'da ulema arasındaki dini tartışmayı sona erdirerek ortalığı yatıştırdı.İlmiye sınıfını düzene soktu.
3) Devlet kadrolarına ehil olanları atadı
4) Yönetim konusunda ihmalleri görülen devlet adamlarını cezalandırdı. Görevini yapmayanları ve savaştan kaçan yeniçerileri cezalandırdı.
5) Sipahilerin ayaklanmasını, yeniçerilerin yardımıyla bastırdı.
6) Devletten haksız yere alınan paraları keserek hazineye koydu.
7) Gelir ve gideri dengeli hale getirerek maliyeyi düzene soktu
8) Bozcaada ve Limni'yi alarak Çanakkale Boğazı'nı Venedik kuşatmasından kurtardı.
9) Girit'teki orduya yardım gönderdi.
10) Erdel Beyi Rakoçi’nin isyanını bastırdı.
11) Köprülü'nün başarıları üzerinde Anadolu'da bağımsız yaşamaya başlamış beylerbeyi ve sancak beyleri onun Erdel'de bulunduğu sırada Abaza Hasan Paşa'nın etrafında topla-narak Padişaha şikâyette bulundular.Halep Valisi Abaza Hasan Paşanın çıkardığı ayaklanmayı bastırıp isyancıları idam ettirdi.
 Köprülü Mehmet Paşa, Osmanlı Devleti'ne, genişleme dönemindeki gücünü yeniden kazandırdı.
 Köprülü Mehmet Paşa'nın politikası da Kuyucu Murat Paşa ve IV. Murat gibi kuvvet ve şiddet yoluyla ülkede asayişi sağlamaktı.
prülü Fazıl Ahmet Paşa (1661-1676)  Köprülü Mehmet Paşanın ölümünden sonra, sadrazamlığa oğlu Fazıl Ahmet Paşa getirildi.Babası gibi tam yetki ile sadrazam oldu.
1) Fazıl Ahmet Paşa, orduyu düzenledi ve özellikle topçu sınıfına önem verdi.
2) Bütçe açığını gidermeye çalıştı.
3) Devlet içinde asayiş ve güvenliği sağladı.
4) İstanbul Çemberlitaş’ta bir kütüphane kurdurarak tüm klasik eserleri Osmanlıca’ya çevirdi.
5) Avusturya üzerine sefere çıkarak UYVAR’ı fethetti.Vasvar Ant.yaptı.(1664).
6) Girit’i Venediklilerden aldı (1669) .
7) IV.Mehmet ile Lehistan seferine çıkarak Podolya arazisini ele geçirdi.Bucaş Antlaşmasını yaptı.
 Fazıl Ahmet Paşa, Osmanlı Devleti'ni, hemen hemen 16. yüzyıldaki gücüne ulaştırdı. (Duraklama devrinde yükselme döneminin yaşattı) .
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (1676-1683) Köprülü Mehmet Paşa’nın damadıdır.
1) Rusya üzerine sefere çıkarak Cehrin kalesini geri aldı.
2) II.Viyana kuşatmasında başarısız olduğu için IV.Mehmet’in emri ile Belgrat’ta idam edildi.
II. Süleyman (16987-1691 )
II Ahmet (1691-1695 ) II. Mustafa (1695-1703) Köprülü Fazıl Mustafa Paşa (1683-1691) 1) Fazıl Mustafa Paşa, halka ağır gelen vergileri kaldırdı.
2) Önemli görevlere dürüst ve yetenekli kişileri getirerek, devlet işlerine çabukluk kazandırdı.
3) Ordunun eğitimi ile ilgili okullar açtırdı.
4) İstanbul'da, Baruthane-i Âmire ve bazı vilâyetlerde barut imalâthaneleri kurdurdu.
5) Halkın devlete olan bağlılığını artırmak için, insanların sosyal durumu ile yakından ilgilendi.
6) Maliyeyi düzeltmeye çalıştı ise de Kutsal İttifak savaşları olduğu için başarılı olamadı.
7) Avusturya ile yapılan Salen Karmen Savaşı sırasında şehit oldu.
Amcazade Hüseyin Paşa
(1691-1702) 1) Halkın gereksinimlerini göz önünde bulundurarak ekonomiyi iyileştirmeye çalıştı.
2) Vergileri, herkesin ödeme gücüne göre düzenledi.
3) Bu dönemde, yerli mallara önem verilip paranın değeri yükseltilmeye çalışıldı.
4) Askeri kurumlarda düzenlemeler yapıldı.
5) Kutsal İttifak Savaşlarına son vererek Karlofca ve İstanbul Antlaşmalarını imzaladı.
17.YY OSMANLI DEVLETİKAYNAK:google

28 Ekim 2010 Perşembe

Dîvân-ı Hümâyûn

Dîvân-ı Hümâyûn (Divan-ı Hümayun) Osmanlı İmparatorluğunda önemli devlet işlerinin görüşüldüğü ve karara bağlandığı yüksek makam. Divan-ı Hümayun, bugünkü
Osmanlı Devleti, 13. yüzyıl sonlarından 20. yüzyılın ilk çeyreğine değin varlığını sürdüren Türk devleti. Anadolu'da kurulmuş, sınırları tarihi boyunca çok değişmekle birlikte en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü kapsamıştır.

Bakanlar Kuruluna benzetilebilir.
Bakanlar Kurulu, demokratik devletlerde Başbakan'ın başkanlık ettiği ve tüm bakanların biraraya gelip kararlar aldığı kuruldur.

Müslüman Türk Devletlerinde Divanlar)

Diğer Türk ve İslam devletlerinde olduğu gibi, Osmanlılarda da Divan-ı hümayun adı ile bütün mühim devlet işlerinin görüldüğü ve karara bağlandığı bir makam olmak üzere, büyük divan vardı. Osmanlı Devletinin merkez teşkilatının üç büyük temel unsurundan biri de, Divan-ı hümayun ve kalemleridir. Diğerleri Bab-ı asafi ve kalemleri ile Bab-ı defteri ve kalemlerinden meydana gelmektedir. Divan-ı hümayunda, imparatorluğa ait siyasi, idari, askeri, örfi, şer’i, adli ve mali işler, şikayet ve davalar görüşülüp, ilgililer tarafından tetkik edildikten sonra, bir karara bağlanırdı. Divan, hangi dil ve millete mensup olursa olsun, her sınıf halka, kadın erkek herkese açıktı. Devletin idari, siyasi ve örfi işleri doğrudan doğruya; diğerleri, bir müracaat, bir itiraz veya bir lüzum üzerine tetkik edilirdi. Memleketin herhangi bir yerinde haksızlığa uğrayan, zulüm gören veya mahalli kadılarca haklarında yanlış hüküm verildiğini iddia edenler, vakıf mütevellilerinin haksız muamelelerine uğrayanlar, idari veya askeri amirlerden şikayeti olan herkes ve diğer davacılar Divan-ı hümayuna bizzat başvururlardı. Bütün davalar burada tarafsızlıkla görülürdü. Cemiyet halinde yaşıyan insanlar, tarih boyunca durumlarına göre birbiriyle harp yapmışlardır. Tarih boyunca harplerin çoğu bulundukları çağdaki silahların niteliklerine ve ordularının miktarına göre korkunç neticeler meydana getirmiştir. Bir

sulh gibi kararlar divanca verildiği gibi, bütün mühim devlet işleri de burada müzakere edilir ve neticelendirilirdi.


Divanda bitmeyen veya padişaha arza muhtaç olmayan gerek resmi ve gerek hususi işler,
Divan İslam devletlerinde idari, mali, askeri meselelerin ve her türlü davaların görüşülüp gerekli hükümlerin verildiği toplantı ve toplanılan yer. Kelimenin tarih içinde ortaya çıkışı, hazret-i Ömer zamanına kadar uzanır. Hazret-i Ömer zamanında Medine’de hükumet dairesi teşkil edilerek, maaş ve vazife defterleri tutulmuştur. İsimlerin yazıldığı deftere toplanmış olmasından dolayı divan adı verilmiştir.

Osmanlılar'da Devlet Teşkilatı

Osmanlı devlet teşkilatı


Saltanat Makamı

Padişah sıfatı, Osmanlı Hükümdarları arasında geleneksel hükümdarlık niteliğini anlatmak için kullanılsa da; 14. ve 15. yüzyıllarda Osmanlı Hükümdarları; İslamiyet'in etkisiyle sultan, geleneksel olarak bey ve han ünvanlarını da seçerlerdi.

Osmanlı hanedanınıdan 36 padişah toplam 623 sene hüküm sürmüştür. İlk önce Bey diye adlandırılan padişahlar, 1383'den itibaren Sultan, 1517 tarihinden sonra da Sultan unvanına ek olarak Halife unvanını da taşımaya başlamışlardır.

Osmanlı padişahları tahta çıktıklarında yayımladıkları bir tür genelge olan Adaletnâme; kanunlara uyulması ve herhangi bir haksızlığa hiç kimsenin uğratılmaması konuları hakkında kaleme alınırdı.

Ayân-ı Vilâyet

Osmanlı İmparatorluğu’nda, XVIII. asra gelinceye kadar, her şehir ve kasabada, oranın bir takım nüfuzlu ailelerine eşraf ve âyân denilirdi. Molla, kadı, müftü, müderris, seyyid ve tarikat şeyhi gibi ilmiye mensupları, kethüda yeri ve yeniçeri serdarı gibi kapıkulları ve bunların görevden alınan veya emeklileri ile çocukları, kasapbaşı ve bakkalbaşı gibi esnafın ileri gelenleri, zahireci, kuyumcu, sarraf, bezzaz (dokumacı) ve çuhacı gibi tüccar ve mültezimler (vergi tahsildarı) ayanlardan sayılırdı. Osmanlılarda bunların hepsine birden “â‛yân-ı vilâyet” ismi verilmekteydi. Ayrıca “âyân-ı memleket”, “âyân”, “eşraf”, “âyân-ı belde” gibi isimlerle de anılıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu'nda Askeri Teşkilat

Ana madde: Osmanlı Askeri Teşkilatı

Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.

Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.

Osmanlı İmparatorluğu'nun temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu.

Osmanlılar'da Devlet Anlayışı

Osmanlılar'da Devlet Anlayışı
Osmanlılarda yönetimin temelini üç ana kaynak oluşturuyordu. İslam hukuku, eski Türk devlet anlayışı ve fethedilen yerlerdeki mahalli gelenekler ve uygulamalar.
Osmanlıların kurucusu olan Oğuzlar, Müslüman olduktan sonra da eski Türk devlet anlayışının birçok unsurlarını muhafaza etmişlerdi. Türk devlet geleneğinde, hükümdarın ülkeyi adaletle yönetmesi esastı. Halkın mutluluğu ve refahı ancak böyle sağlanabilirdi.
İlk Türk-İslam devletleri, yönetimleri altındaki topluluklar arasında sosyal, kültürel, dini bakımdan herhangi bir fark gözetmemişlerdi. herkese eşit hak ve adalet tanımışlardı. Geleneklerine saygılı davranmışlardı. İlk Türk-İslam devletlerindeki bu anlayış ve uygulama, Osmanlılara da intikal etmiştir.
Osmanlı Devleti'nde yönetim İslam hukuku çerçevesinde düzenlenmişti. Kanun ve nizamların, İslam hukukuna uygun olması esastı.
Osmanlılarda devlet anlayışı, başlıca bu temeller çevresinde şekillenmiştir. Ancak, zamanla, bu unsurlardan bazılarının önemi azalmış, bazılarının da artmıştır.


B) Hükümdar
Eski Türk devlet anlayışında, hükümdar, yönetme gücünü ve yetkisini Tanrı'dan almaktaydı. Hükümdarın mutlak ve devredilemez hakları vardı. Devleti yönetme yetkisi, Osmanlı hanedanlığına aitti. Bu anlayış, Osmanlı devletinin yıkılışına kadar devam etmiştir.
Türk devlet anlayışında hükümdar ailesinin bütün erkek mensupları taht üzerinde hak sahibiydi. Padişah öldüğü zaman yerine kimin hükümdar olacağı konusunda saraya yakın çevrelerin tutumu önem taşıyordu. Bunlar devlet ileri gelenleri, yüksek rütbeli kumandanlar ve bilginlerdi. Kuruluş döneminde, Ahi teşkilatı da etkili olmuştu. Bu sistem, taht için mücadeleye yol açıyor ve karışıklıklara sebep oluyordu. Fatih Sultan Mehmet, bu sakıncayı ortadan kaldırmak üzere, tahta geçme yöntemini belirten bir kararname düzenlemişti.
Tahta yeni geçen padişah, Eyüp Sultan Türbesinde yapılan merasimle kılıç kuşanırdı. Hakimiyet belirtisi olarak, padişahın hutbede ismi okunur ve adına para bastırılırdı.
Padişah yeni kanunlar koyabilirdi. Herhangi bir konuda padişahın verdiği karar ve ileri sürdüğü fikir, kanun sayılırdı. Ancak bu kanunların şeriatla çatışmamasına dikkat edilirdi. Padişahın buyruklarına ferman, hüküm, hatt-ı hümayün gibi adlar verilirdi.
Yavuz Sultan Selim, Memlük devletine son verdiği zaman halifelik ünvanını da üzerine almıştı. Bundan sonra, Osmanlı padişahları aynı zamanda İslam halifesi oldular. Ancak, halifeliğin 13. yüzyıla kadar süren siyasi gücü artık kalmamıştı. Bu bakımdan, Osmanlı hükümdarları, siysi ortam gerktirmediği için, bu ünvandan siysi alanda yararlanma ihtiyacını duymadılar. 19. yüzyılın sonlarında, devlet bütünlüğünü sağlamak için, İslamcılığın siyasi bir ideoloji olarak benimsenmesi yoluna gidildi. O zaman, halifeliğin siyasi bakımdan yararlı olabileceği düşünüldü. Fakat, bu yoldaki düşünceler fazla başarılı olamadı.




C) Sadrazam
Osmanlı devletinde vekil ve vezirlerin en büyüğü, padişahın mutlak vekili, başbakan.
Sadrazam devlet işlerinin yönetiminde padişaha tam yetkisiyle yardım ederdi. İlk sadrazamlar ilmiye mesleğinde olanlar arasında seçilirdi. Sadrazam padişahtan sonra devletin en büyük başkanı ve padişahın mutlak vekili olduğu için, sözü ve yazısı padişahın iradesi ve fermanı demekti. Sadrazam, tam yetki sahibi olduğunu göstermek için, hükümdarın yüzük şeklinde altından mühürünü taşırdı. Hükümet başkanı olarak da divana başkanlık ederdi. Divanda bitmeyen işler, öğleden sonraları sadrazamın konağında ikindi divanı'nda görüşülürdü. Sadrazamdan başka hiçbir vezir ikindi divanı yapamazdı.

D) Divan
Devlet, hükümdarın karar ve buyruklarına göre yönetiliyordu. Ancak, topraklar genişledikçe ve yönetilenlerin sayısı arttıkça, devlet teşkilatınında genişlemesi zorunluluğu ortaya çıktı. Bu durumda, hükümdara yardımcı olacak, bazı hallerde onun adına karar verecek yönetim birimlerinin kurulması gerekti. Türk-İslam devletlerindeki vezirlik makamı, bu zaruret sonunda ortaya çıkmıştı. Ayrıca, yönetimin merkezinde "divan" adı verilen bir kurul oluşturuldu. Divan, doğu ülkelerinde, özellikle İran'da eskiden beri mevcuttu. Selçuklular hakim oldukları geniş ülkeleri yönetmek için çeşitli divanlar kurdular. Devlet merkezinin bulunduğu İran'daki divan modeli, Osmanlılara örnek teşkil etti. Osmanlılar, T. Selçuklu Devleti aracılığıyla, Büyük Selçuklu Devletindeki yönetim geleneklerinin mirasçısı olmuşlardı. Bu bakımdan Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde vezirlik makamı kuruldu. Hemen arkasından divan faaliyete geçti. Divan, kuruluş ve işlevi bakımından bugünkü Bakanlar Kuruluna benzemekteydi.
Hükümdardan sonra en yetkili organolan divan bu bakımdan yürütme ve yargı işlevlerini bünyesinde birleştirmişti. Divan, yönetimden sorumlu en yetkili kurul olduğu gibi adli bakımdan da en üst yargı kuruluşu niteliğini taşıyordu. Osmanlı uyruğundan olan herhangi bir kimse, davasını doğrudan doğruya divana götürebilir ve orada da savunabilirdi. Divanın verdiği hükümler kesindi.
E) Ordu
Osmanlı ordusu, kara ve deniz kuvvetlerinden oluşuyordu. Kara kuvvetleri ise ikiye ayrılıyordu: Merkez kuvvetleri ve eyalet birlikleri. Merkez kuvvetleri, hassa ordusu olarak görev yapıyor ve Kapıkulu Ocakları adıyla anılıyordu. Eyalet Birlikleri ise tımarlı sipahilerden meydana geliyordu. Bunların dışında özel birlikler de bulunuyordu. Vergi muafiyeti karşılığı veya ücretli olarak orduya katılan askerler, bu birlikleri oluşturuyordu. Deniz kuvvetleri de, Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinden itibaren, gittikçe gelişerek büyük bir güç halini almıştı.
Osmanlı ordusunu meydana getiren belli başlı bölümler şunlardı:
1) Kapıkulu Ocakları:
Osmanlı Devleti'nin fetihleri Rumeli yönünde gelişince, daha çok sayıda düzenli askere gerek duyulmuştu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere, I. Murad zamanında, savaşta esir alınan Hristiyan çocuklarının asker olarak yetiştirilmesine başlandı. Zamanla sayıları artan bu çocuklar Kapıkulu Ocakları'nın çekirdeğini oluşturdular. Ancak, Fetihlerin durakladığı dönemlerde savaş esirlerinin sayısı da azaldı. Bunun üzerine, belli yöntemler çerçevesinde, Hristiyan ailelerden çocuklar toplanmaya başlandı. Bunlara devşirme deniliyordu.

a) Acemi Ocağı:
Devşirme çocuklar, Anadolu'daki çiftçilerin yanında veya sarayda Türk-İslam terbiyesi görürler ve sonra Acemi Ocağı'na alınırlardı. Acemi Ocağı 31 bölükten meydana gelirdi. 15. yüzyılda üç bin olan sayıları, 16. yüzyılın ortalarında dört bine yükselmişti.
b) Yeniçeri Ocağı:
Yeniçeriler, savaşta ordu merkezinde bulunup, padişahın önünde çarpışırlardı. Hükümdarı gece-gündüz korumakla görevliydiler. Barış zamanında ise divan muhafızlığı yaparlar, yangın söndürürler, yeniçeri ağası ile birlikte güvenliği sağlarlar, değişmeli olarak sınırdaki kalelere gönderilirlerdi.
Yeniçerilerin "ulufe" denilen ücretleri üç ayda bir ödenirdi. Yeniçerilerin en büyük kumandanları Yeniçeri Ağası idi.
c) Cebeci Ocağı:
Yeniçerilerin savaş araçlarını sağlamak, savaşta dağıtmak, savaştan sonra toplamak, korumak ve yenilemek gibi görevleri Cebeci Ocağı yerine getirirdi. Sayıları 500 kadardı.
d) Topçu Ocağı:
Osmanlı ordusunda gittikçe daha önemli yer alan topları dökmek, kullanmak ve geliştirmek be ocağın göreviydi. Top dökücüleri ve top kullanıcıları ayrı ayrıydı. Topçu Ocağının mevcudu Kanuni zamanında iki bin kadardı.
e) Top Arabacıları Ocağı:
Gittikçe daha büyük ölçüde toplar döküldüğü için, bunların taşınması da güçleşiyordu. Bu bakımdan Top Arabacıları Ocağı kuruldu.
f) Humbaracılar:
El bombası yerine kullanılan ve humbara adı verilen savaş araçlarını taşır ve kullanırlardı.
g) Lağımcılar:
Düşman kalelerinin altından tünel kazarak patlayıcı maddeler yerleştirirlerdi.

2) Eyalet Birlikleri:
Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarından beri uygulanan tımar usulleri zaman içinde geliştirilerek 16. yüzyıl ortasında son ve mükemmel şeklini aldı. Bu sistemde devletin bazı gelirleri dirlik adı ile sipahilere veriliyordu. Sipahiler de devlete karşı, başta askerlik olmak üzere, bazı görevler yükleniyorlardı. Eyalet askerleri tımarlı sipahiler, atlı birlikler, geri hizmet kıt'aları, öncü kuvvetler ve kale kuvvetlerinden meydana geliyordu.
a) Tımarlı Sipahiler:
Savaş çıktığında, kanunda gösterilen sayıda askerle (cebeli veya eşkinci) orduya katılırlardı. Sipahiler, cebelilerin atını, silahını, yiyecek ve içeceğini sağlamakla sorumluydu. Her bin sipahi, bir alaybeyi'nin kumandasına girerdi. Alaylarda üç-dört sübaşı bulunurdu. Sübaşılar, barış zamanında, kendi kazalarında güvenliği sağlarlardı. Savaşa gitmeyen sipahinin tımarı elinden alınırdı.
b) Geri Hizmet Kıt'aları:
Yeniçeri ocağının yaya askeri yetiştirmesinden sonra yayalar ve müsellemler geri hizmetlerde kullanılmaya başladılar. Yayalar, yol açmak, hendek ve siper kazmak, top çekmek ahırlıkları nakletmek, askere yiyecek taşımak gibi görevlere getirildiler. Barışta ise kaleleri onarmak, maden ocaklarında ve tersanelerde çalışmak gibi işleri yaparlardı. Rumeli'de aynı hizmeti görenlere yörük denilirdi. Müsellemler ise başlangıçta süvari iken, sonradan geri hizmete alınmışlardı. Savaş zamanı, ordunun önünde giderek yolları açar ve gerekli yerlere köprüler kurarlardı.
c) Öncü Kuvvetler:
Sınır muhafızlığı yapan hafif süvari kuvvetlerine akıncı denirdi. Akıncılar, savaş sırasında ordudan birkaç gün önce giderler ve yolların güvenliğini sağlarlardı. Akıncılara benzeyen bir başka hafif süvari sınıfına deliler denilirdi. Bunlar kahramanlık ve cesaretleriyle şöhret bulmuş yiğitler arasından seçilirdi. Gösterişli, iri yarı cengaverlerdi. Özel kıyafetleri, düşmana korku verecek şekilde düzenlenmişti.
d) Kale Kuvvetleri:
Başlangıçta yeniçerilerin önünde savaşan azaplar, sonraları kalelerde görevlendirilmiştir. Bununla beraber orduda hafif piyade azaplığı da korunmuştur. Deniz azapları ise, tersane halkındandı ve donanmada hizmet görürlerdi. Ayrıca, kalelerin savunulması için, yerli halktan serhadkulu denilen gönüllüler toplanırdı. Beş hane halkının birinden alınan askere ise beşli denilirdi.
3) Deniz Kuvvetleri:
Sahip bulunduğu kıyılar az olan Osmanlı Beyliği'nin donanması başlangıçta zayıftı. Marmara ve Ege Denizlerinin kıyılarındaki topraklar ele geçirilince donanmaya olan ihtiyaç arttı. Deniz kuvvetleri geliştirildi. Marmara'da Aydıncık üssü kuruldu. Gelibolu'daki tersane ise, Yıldırım Bayezid zamanında yapıldı. Yavuz, İstanbul'da, Haliç'te de bir tersane yaptırdı. Akdeniz'in ünlü denizcilerinden Kemal Reis'in Osmanlı hizmetine girmesiyle bir canlanma oldu. Kanuni zamanında Barbaros'un deniz kuvvetleri kumandanı olmasıyla, Osmanlı donanması dünya çapında bir önem kazandı.Gemi sayısı arttığı gibi, daha büyük tekneler yapıldı.
Osmanlı Deniz Kuvvetleri Kumandanı'na Kaptan-ı Derya veya Kaptan Paşa deniliyordu. Kaptan Paşa baştarde denilen büyük bir kadırgaya binerdi. Kadırga, Osmanlıların en ileri savaş gemisiydi. Kadırgadan küçük teknelere kırlangıç ve kalita, yüksek gövdeli teknelere mavna adı verilirdi.

OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYETİ

Osmanlılarda Devlet Anlayışı
I. Murat döneminde “devlet yönetiminin hükümdar ve oğullarına ait olduğu” kural haline gelmiştir. Fatih döneminde devletin bütünlüğünü korumak için padişahlara kardeşlerini öldürme izni verilmiştir. Bu kanunname ile Osmanlı İmparatorluğu merkeziyetçi ve mutlakiyetçi bir karakter kazanmıştır.


Merkez Teşkilatı
Divan-ı Hümayun

Bugünkü Bakanlar Kurulu’na benzeyen Divan-ı Hümayun’da devletin önemli siyasal, sosyal, ekonomik, hukuksal sorunları görüşülürdü. Divan her milletten ve dinden vatandaşlara açıktı.

Fatih’ten itibaren Divan üyelerinin fikirlerini rahatça söyleyebilmesi için padişahlar Divan toplantılarına katılmamıştır. Bu uygulamadan sonra Divan’a sadrazamlar Başkanlık yapmaya başlamıştır.
Böylece;
Sadrazamlık makamının önemi artmış ve sadrazamlar siyasal yönden güçlenmiştir.
Divan-ı Hümayun karar organı olmaktan çok danışma kurulu şeklinde çalışmaya başlamıştır.

Toprak Yönetimi
Öşrî ve Haraci Topraklar özel mülkiyeti olan topraklardır. Bu Toprakların sahipleri mülklerini satabilir, vakfedebilir veya miras bırakabilirdi.

Miri topraklar ise devlete aittir. Devlet bu toprakları idaresine alır ve ekip biçmek koşuluyla halka dağıtırdı. Bu tür toprakları ekip biçenler kiracı durumunda olup toprakları satamazlardı. Toprağını üç yıl üst üste boş bırakanlardan üretim faaliyetlerini aksattıkları için “çiftbozan akçesi” adıyla vergi alınırdı. Miri araziler yirmibeş kısma ayrılmıştır. Başlıcaları şunlardır:

1. Dirlik
Asker yetiştirmek veya devlet memurlarının maaşlarını karşılamak amacıyla ayrılan devlet topraklarına dirlik denir. Miri arazilerin en önemli bölümü olan dirlik arazilerini işleyenler ödemeleri gereken vergileri devletin göstereceği memurlara veya sipahilere verirlerdi.
Dirlikler gelirlerine göre; Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Tımar sisteminin Osmanlı Devleti’ne;
Devletin vergi toplama yükü azalmıştır.
Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan tımarlı sipahiler sürekli savaşa hazır tutulmuştur.
Üretimin artışı ve devletin iktisadî yönden güçlenmesi sağlanmıştır.
Ülkede güvenlik sağlanmıştır.

2. İltizam Sistemi
Osmanlı İmparatorluğu’nda XVI. yüzyılda bazı eyaletlerin vergi gelirlerinin açık artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığında şahıslara satılmasına iltizam sistemi denilmiştir. Bu kişilere de mültezim adı verilmiştir.

İltizam sisteminin uygulanması sonucunda;
Devlet eyaletlerin vergi gelirlerini peşin alarak nakit ihtiyacını karşılamış, alınan paralarla yönetici ve askerlerin maaşlarını karşılamıştır.

Mültezime bırakılan Topraklarda Asker yetişmemiş, tımarlı sipahilerin önemi azalmıştır.

Osmanlı Devleti’nin zayıflaması ve gerekli denetimlerin yapılmamasından dolayı halktan fazla vergi alınarak zor duruma düşürülmüştür.

Ekonomik ve Sosyal Hayat
Tarım ve Hayvancılık

Osmanlı nüfusunun büyük bölümü köylerde ve mezralarda yaşadığı için ekonomik hayatın temeli tarımsal faaliyetlere dayanıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu geniş topraklarından ve farklı iklim koşullarından faydalanarak değişik ürünler yetiştirebilmiştir. Tarım ürünleri dünya ekonomisinin şartlarında büyük değişimler olduğu XVIII. yüzyıl başlarına kadar genellikle Osmanlı nüfusuna yeterli olmuştur. Ancak, zaman zaman susuzluk, çekirge salgınları ve diğer afetler yüzünden kıtlıklar yaşanmıştır. Bu gelişmeler dışında devlet, önlemler alarak toplumun sıkıntıya düşmesini engellemeye çalışmıştır.

Hayvancılık, tarım ekonomisinin önemli unsurlarından biridir. Osmanlı Devleti’nde ulaşım, taşımacılık ve başta tarım olmak üzere insan gücünün üstünde kuvvet kullanılması gereken bütün üretim dallarında hayvanlardan yararlanılmıştır.

Ticaret
Fatih döneminde, ülke sınırlarının genişlemesi ve doğudan gelen ticaret yollarının Osmanlı Devleti’nin eline geçmesi ticaretin gelişmesini sağlamıştır. XV. ve XVI. yüzyıllarda Türk tüccarları uluslararası alanda görülmeye başlamıştır.

Osmanlı Devleti, ticaret faaliyetlerini teşvik etmiş, vergileri düşük tutmuş, Avrupalı devletlere ticari imtiyazlar vermiş, önemli ticaret şehirlerine kapalı çarşılar, bedestenler ve hanlar yaptırmıştır. Bu çalışmaların yanında devletin doğudan gelen ticaret yollarını ele geçirmesi ülkede ticari canlılığı artırmıştır.

Sanayi
Osmanlı Devleti’nde esnaflar, Lonca adı verilen teşkilatlara üye idi. Her esnaf kendi çalışma alanıyla ilgili bir loncaya üye olarak koruma ve denetim Altına girerdi. Osmanlı şehirlerinde ekonomik hayatın temeli durumunda olan loncaların dışında esnaflık ve zanaatkarlık yapmak mümkün değildi.

Loncaların başlıca görevleri;
Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
Esnaflarla hükümet arasındaki ilişkileri düzenlemek
Üyelere kredi sağlamak ve zararlarını karşılamak
Mesleki eğitim vermek idi.

Müslümanlar ile diğer dinlere mensup olan halk arasında ayrım yapılmamıştır. Osmanlı ülkesinde gayrimüslimler diledikleri işlerde çalışırlar, ibadetlerini serbestçe yaparlar, kendi dillerine ve dinlerine göre eğitim görürlerdi. Bütün halk aynı huzur, güven ve varlık ortamını paylaşarak barış içinde beraberce yaşarlardı. Gayrimüslimler Askere alınmamış, bunun yerine Askerlik yapabilecek erkekler devlete cizye adıyla vergi ödemişlerdir. Ticaret hayatında sürekli ve istikrarlı bir faaliyet gösteren gayrimüslimler zenginliklerini artırmışlar ve Osmanlı ülkesinde ticari hayata hakim olmuşlardır.

Osmanlı Devletin’nde Hukuk
Osmanlı Devleti fethettiği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağlamasını kolaylaştırmak amacıyla yürürlükteki kanunları bir süre kaldırmamıştır.

Osmanlı Devleti’nde hukuk; şer’i ve örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi hukukun şer’i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.

Eğitim ve Öğretim
Medrese
Osmanlı tarihinde ilk medrese Anadolu Selçukluları örnek alınarak Orhan Bey döneminde İznik’te kurulmuştur (1331).
Daha sonraki dönemlerde başta Bursa, Edirne ve İstanbul olmak üzere birçok şehirde medrese kurulmuştur.
Osmanlı medreseleri Tanzimat’a kadar ülkenin bilim, adalet ve yönetim hayatında etkili olan kişileri yetiştirerek XIV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar geçen döneme damgasını vurmuştur.

Enderun
Devlet memuru, idareci, komutan ve sanatkar yetiştirmek amacıyla kurulan saray okuluna Enderun denilmiştir. İlk defa II. Murat tarafından Edirne sarayında kurulan bu okul, bazı düzenlemeler yapılarak ve ismi değiştirilerek 1910 yılına kadar devam etmiştir.

27 Ekim 2010 Çarşamba

Osmanlı Devleti Ordusu kadrosu

ANKARA SAVAŞI

Ankara Savaşı Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid ile
Yıldırım Bayezid 1360 yılında Edirne'de doğdu. Babası Murad Hüdavendigar, annesi Gülçiçek Hatundur. Gülçiçek Hatun Rum'dur. Yıldırım Bayezid yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, koç burunlu, ela gözlü, kumral saçlı, sık sakallı ve geniş omuzluydu. Girdiği savaşlarda gösterdiği cesaretten dolayı ona 'Yıldırım' lakabı takılmıştı.
Timur Hanın
Timur (1336 - 14 Şubat 1405) 1336'da Keş'de (Özbeksitan topraklarındaki Semarknad'ın 50 mil güneyindedir.) doğdu. Türkler kendisine, Aksak Timur derlerdi (Sol ayağı doğuştan sakat olduğu için). Barlas aşiretinin liderlerinden Emir Turagay ile Tekina Hatunun oğluydu.
1402 yılında
1402 yılı olayları, ölümler, doğumlar ve diğer önemli gelişmeler
Ankara’da yaptıkları savaş.

Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid Han, Anadolu beyliklerini hakimiyeti altına aldığı zaman bu ülkelerin beyleri, o zaman batıya doğru gelmekte olan Timur Han’a sığınmışlardı. Ayrıca Timur’dan kaçan Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf ile Tebriz hükümdarı Ahmed Celayiri de, Yıldırım’a iltica etmişti. Bu beyler her iki Türk sultanını birbiri aleyhine kışkırtıyorlardı. Neticede bu kışkırtma ve tahrikler, sünni iki Türk hükümdarını Ankara’nın Çubuk Ovasında karşı karşıya getirdi.

Osmanlı sultanının güç ve kuvvetini iyi bilen, Maveraünnehr’deki en kudretli ve zırhlarla mücehhez kuvvetlerini getiren Timur’un ordusu yüz altmış bin idi. Ayrıca 32 fili vardı. Buna karşılık Osmanlı ordusunun mevcudu yetmiş bin idi. Timur’un kuvvetleri adedce Osmanlılardan çok fazla olduğu için, Yıldırım Bayezid Han ordu kumandanlarına muvaffak olmak için fedakarane gayrette bulunmalarını söyledi.

Osmanlı ordusunun merkezinde padişah ve vezir-i azam ile şehzadeleri Mustafa, Musa ve İsa çelebiler bulunuyorlardı. Sağ kolda Anadolu kuvvetleri, Kara Tatarlar ve onların sağında okçular, sol kolda Rumeli kuvvetleri ve Sırp birlikleri ile ihtiyatta Amasya sancak beyi Şehzade Mehmed’in kuvvetleri yer alıyordu. Timur’un ordusunun sağ kanadında iki oğlu Miranşah ve Emirzade Mehmed ve emirler, merkezde hükümdarın kendisi, sol kanatta ise diğer iki oğlu Şahruh Bahadır ve Halil Sultan ile diğer emirler yer almışlardı.

Savaş Timur ordusunun saldırısıyla başladı. Başlangıçta savaşta üstün görünen taraf Osmanlılardı. Bilhassa yeniçeriler ile Osmanlı sağ kolunda timarlı sipahilerin üstün gayretleri üzerine Timur Han bu mevkilere tekrar kuvvetler sevketti. Ancak bu sırada Osmanlı ordusu iki ihanet ile karşı karşıya kaldı. Sol kolda yer alan ve daha önceden Timur’la anlaşan Kara Tatarlar, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmaya başladılar. Sağ koldaki bir kısım timarlı sipahiler de bu sırada Timur’un ordusunda çarpışan beylerini görerek karşı saflarda yer aldılar. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı ordusunun sağ ve sol kanadı çöktü. Şehzade Süleyman, Çelebi Mehmed ve Sırp despotu kuvvetlerini toplayarak geri çekilmeye başladı. Yanındaki şehzadeleri ve yeniçerilerle akşama kadar muharebeye devam eden Yıldırım Bayezid ise, çekilmeye çalışırken esir düştü.

Timur Han, kendisini iyi karşıladı ve tesellide bulundu. Bir Osmanlı padişahına yaraşır şekilde, izzet ve ikram eyledi. Ancak esaret zilletini çekemeyen Yıldırım Bayezid Han, kederinden ve nefes darlığından, 44 yaşında vefat etti(l403). Kabri Bursa’dadır. Timur Han, ölüm haberini alınca “Yazık oldu, büyük bir mücahidi kaybettik.” dedi.


  ANKARA SAVAŞI NEDEN ve SONUÇLARI (1402)  

Ankara Savaşının Nedenleri

- 15. yüzyılın başında Doğuda Timur Devleti, Batıda Osmanlı Devleti çok güçlenmiş ve iki devlet arasında rekabet başladı.
- Timur doğuya yapacağı seferiçin batı sınırlarını güvenceye almak istedi.
- Bazı beyler Timur'a, bazı beyler Yıldırım Bayezid'e sığındı. (Kara Yusuf-Ahmet Celayir)
- Aralarında hakaretlere varan mektuplar göndermeleri savaşın başlıca nedenleri olarak görülür.
- 1402'de Ankara Çubuk ovasında yapılan savaşı Yıldırım Bayezid kaybetti. Savaşın kaybedilmesinde, Timur İmparatorluğu'nun ordusunun sayısal üstünlüğü, Karatatarların taraf değiştirmesi gösterilebilir.


Ankara Savaşının Sonuçları

1. Anadolu Türk Birliği bozuldu. Anadolu Beylikleri yeniden kuruldu.
2. Bizans'ın ömrü 50 yıl kadar uzadı, istanbul'un fethi gecikti.
3. Rumeli'de bazı yerler elden çıktı.
4. Osmanlı Tarihinde Fetret Devri adı verilen taht kavgası dönemi başlamış oldu.
alıntı

büyük selçuklu devleti haritası, ankara savaşı, selçuklu haritası, germiyanoğulları

Osmanlı Devleti Ordusu

Osmanlı Devleti Ordusu

Osmanlı Devleti Ordusu veya resmi adıyla Ordu-yi Hümâyûn (Osmanlıca: اردوي همايون) Osmanlı Devleti'nin ordusudur. Osmanlı Devleti Ordusu'nun tarihi iki ana döneme ayrılabilir. Klasik Dönem, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu olan 1299 yılı ile 19. yüzyılın başlarındaki askeri reformlar arasındaki dönemi kapsamaktadır. Modern Dönemde ordu, Hava Ordusu, Deniz Ordusu ve Kara Ordusu olmak üzere üçe ayrılmıştır.

Kara Ordusu

Klasik dönem

Çırak Esnaf Esnaf Çırağı
Usta Küçük Rütbeli Yeniçeri Subayı
Kalyoncu Yelkenli Gemi Efradından
Tulumbacı' Yeniçeri Ocağında Etfaiye Eri

Cebehane Karakullukçusu Cephane Muhafızı
Cabehane Çorbacısı Cephane Subayı
Bostancı Saray Muhafızı
Satır Tören Kıtası Eri

Kalpaklı
Şubara Neferi
Nizamı Cedid Neferi
Şubara Neferi III. Selim Kurduğu Yeni Ordu Erlerinden

Kumbaracılar
Tımarlı
Ulufeli
Tımarlı Subayı

Kulluk Neferi Karakol Bekleyen Yeniçeri
Keçeli Yeniçeri Neferi
Odabaşı Yeniçeri Kışlası Amiri
Kulluk Bayrakdarı Karakol Amiri

Salma Neferleri Padişahın Ziyaretlerinde Maiyet Efradından
Nöbetçi Kale Muhafızı
Haseki Ağa Yeniçeri Ocağında İtibarlı bir Sınıftan Kimse

Yol Haseki Saray muhafız subayı
Çuhadar Padişahın giyeceklerini muhafaza edip taşıyan
Bölükağası Yeniçeri bölük kumandanı

Osmanlı ordu teşkilatı, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memlüklüler devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.

Yaya ve atlılardan oluşturulan kısma "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.

Osmanlı Devletinin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alaâddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf iki sınıf piyade ve süvari kuvveti kuruldu.

Osmanlı Devleti’nin beylik-devlet siyasetinden imparatorluk siyasetine geçişi imparatorluk içinde bağımsız güç bırakmak istemeyen, merkezi otoriteyi devşirme-kapıkulu-yeniçeri-enderun sistemiyle sağlamlaştırmak isteyen II. Mehmet ile başlamıştır.

II. Mehmet Yeniçeri ocağına büyük önem vermiş Çandarlı ailesinden sonra vezir-i azamlığa devşirme-kapıkulu kökenliler getirilmeye başlanmış ve yeniçeri-devşirme aristokrasisi Cem ve II. Beyazıt arasında çıkan taht kavgasında belirleyici rol oynayarak tımarlı sipahi-Türk aristokrasisine karşı üstünlük sağlamışlardır. Ayrıca bu devirde çok fazla kadın alış verişi olmuş,ilişkileri arttırmıştır. Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü ile, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni devam etmekte idi. Duraklama Döneminde artık ihtiyaç kalmayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler kaldırılmıştır. Kapıkullarının sayısı 1610'larda 40.000'e çıkmış, tımarlı sipahi sayısı 20.000'e düşmüştür. Sonuç olarak, tımar sisteminin bozulmasının en olumsuz tarafı, devletin iktisadi yapısına yansımasıdır.

Gerileme döneminde, Avrupa örnek alınmaya çalışılmış, teknik ve ekonomik alanlarda yapılanmaya gidilirken Donanmanın yenilenmesi gibi askeri birtakım yenileşme çabalarına gidilmiştir.

  • III. Murat döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak sayılarının artırılması
  • Yeniçerilerin geçim sıkıntısını ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları
  • İltizam sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmesi ve eyaletlerde asker yetiştirilmemesi
  • Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi
  • Avrupa’da meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi

gibi etkenler Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden olmustur.

Kapıkulu Ocağı

Ana madde: Kapıkulu Ocağı

Kapıkulu Piyadeleri ve süvarilerinden oluşmuştur.

Kapıkulu Piyadeleri; Acemi Ocağı, Yeniçeri Ocağı, Cebeci Ocağı, Topçu Ocağı, Top Arabacılar Ocağı, Humbaracı Ocağı, Lağımcılar, Sakalar, Solaklar

Kapıkulu Süvarileri: Silahtar, Sipahi, Sağ Ulufeciler, Sol Ulufeciler, Sağ Garipler, Sol Garipler'den oluşmaktaydı.

Eyalet Askerleri

Yerli Kulu; Azab, Sekban, Tüfenkçi, İcareli

Serhat Kulu: Deliler (Deli), Gönüllüler, Besliler, Topraklı Süvari, Tımarlı Sipahiler ve Akıncılar

Modern Osmanlı Ordusu

Osmanlı kara Kuvvetlerinin yeniden teşkilatlanması, Balkan Savaşları yenilgisinin hemen sonrasında başlanarak, I. Dünya Savaşı öncesinde tamamlanmıştır. Bu teşkilatlanmaya göre Kara Kuvvetleri, Harbiye Nezaretine bağlı dört ordu müfettişliği halinde, biri bağımsız 13 kolordu ve bunlara bağlı 38 piyade tümeni (ikisi bağımsız) ve dört süvari tümeninden oluşmaktaydı. Ayrıca Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile; Çatalca, Edirne, Erzurum, İzmir Müstahkem Mevkileri de Kara Kuvvetleri Teşkilatında yerlerini koruyorlardı.

1. Dünya Savaşı Cephelerinde Osmanlı Ordusu

Rütbeler

Harp Okulu'ndan mezun olunca mülazım-ı evvel (teğmen), Harp Akademisi'nde birinci sınıfa geçince mülazım-ı sani, Harp Akademisi'ni bitirince erkanıharp (kurmay) yüzbaşı rütbeleri alınıyordu. Harp Akademisi'ne sadece Harp Okulu'nu iyi dereceyle bitirenler alınırdı. Rütbeler üstten asta sıralı olarak şöyledir:

  • Müşir (Mareşal)
  • 1. Ferik (Orgeneral)
  • Ferik (Tümgeneral ile Korgeneral arası)
  • Mirliva (Tuğgeneral ile Tümgeneral arası)
  • Miralay (Albay)
  • Kaymakam (Yarbay)
  • Binbaşı
  • Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı)
  • Yüzbaşı
  • Mülâzımı sâni (Üstteğmen)
  • Mülâzımı evvel (Teğmen)
  • Çavuş
  • Onbaşı
  • Nefer

Deniz Kuvvetleri

Osmanlı Devleti'nin denizcilikle ilgilenmeye başlaması İzmit ve Gemlik taraflarının, daha sonra da Karesi ilinin alınması ile başlamaktadır. Karesi Beyliği gemilerinden faydalanılarak, Rumeli'ye geçen Osmanlı, 1390 yılında Gelibolu'da önemli bir tersane yapmıştır. Saruhanoğulları,Aydınoğulları ve Menteşeoğulları beylikleri gibi denizde kıyısı olan beylikler, Osmanlı Devleti'nin idaresine girince, onların tersanelerinden de istifade edilmişti.

Askeri Ödenekler

Osmanlı Ordusu kuruluş tarihi olan 1363 yılından yeniçerilerin kaldırıldığı 1826 yılına kadar geçen yaklaşık beş yüzyıl içinde genel kuvveti haliyle birçok değişikliğe uğrar.

Kanuni devrinde devletin yalnız topraklı süvarisi için yaptığı masrafların bugünkü değeri 600 milyon frank'ı geçmektedir ki bu da zamanın Fransa Hükümetinin tüm kara ordusu için harcamasına eşit bir tutardır.

Osmanlı Ordusu'nda eğitim

Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, tersane ve donanmanın geliştirilmesi ve de tersane halkının eğitilmesi amacıyla kurulan denizcilik okulu.

Aşiret Mektebi, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından, 21 Eylül 1892 tarihinde Aşiretlerin yoğun ve hakim olduğu bölgeleri muhafaza etmek için, bunların reislerinin ve ağalarının çocuklarını, Osmanlı kültürüyle yetiştirerek devlete ve saltanata bağlamak amacıyla açılan okul. Aşiret çocukları subay olarak da yetiştirilmiştir.

Osmanlı Ordusu'nda kullanılan silahlar

Osmanlı ordusunda; alemkılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, müteharrik kule, şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahî zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek, tabanca, zırh, karakal, miğfer, dizçek, kolçak, kalkan da düşman silâhından muhafaza için kullanıldı.

Mehteran Takımı

Osmanlı Ordusunun moralini seferlerde yüksek tutarlar.

24 Ekim 2010 Pazar

gençlere

Gençlere

Gençlere seslendiğim bu yazı İngilizce olarak Ankara'da uluslararası bir toplantıda yaptığım bir konuşmadan alınmıştır.

Sevgili Gençler,Bin yıllar öncesinden gelen, nice bilge insan yetiştirmiş bir derinliğin, bir zenginliğin can kattığı Anadolu toprakları üzerindesiniz. Bu topraklar, içindeki inancı, bilimi, güzelliği yüzyıllardır türküleriyle tüm dünyaya duyuruyor.
Genç olmak dünyada yaşanmış, yaşanmakta olan hayatın sesini duyabilmektir. Çünkü genç yaşanacak hayatın kurucuları arasında olacaktır. İşte, bir genç olarak sen de, bu topraklardan hayatın senin yüreğine, beynine seslenen çağrısını işitebilir, onda ışıyan bilgeliği görüp, onun, senin kendi hayatındaki önemini keşfedebilirsin.

Bu Anadolu'nun gençliğe çağrısıdır: 'Doğruluğu, dürüstlüğü, güzelliği, sevgiyi, barışı keşfet. Onlara taze anlamlar kazandır. Genç olmak yeni olmak demektir, genç olmak taze olmak, taze kalmak demektir. Hayat yeni düşüncelerle geçmişten, kültürümüzden, atalarımızdan devraldığımız ilkelere kendi yorum gücümüzü katarak onları yaşattıkça güzeldir, sevgi ve barış doludur.'

Bu topraklar, Anadolu toprakları, tarih boyunca nice uygarlıkların doğup gelişmesine, yerini kendisinden sonra gelecek uygarlıklara bırakmasına tanıklık etmiştir. Sürekli bir hareketin, dinamizmin değişmenin, yaşandığı, şu an Türkiye Cumhuriyeti'ne kucağını açmış Anadolu, dünyanın en eski uygarlıklarını bağrında taşımasına karşın, dünyanın en genç bölgesinde, dünyanın en genç ülkelerinden birini üzerinde taşımaktadır. Neden? Bu ülke, yalnızca genç nüfus çok fazla olduğu için genç değildir; yarına olan umudu, beklentisi, projesi çok güçlü olduğundan gençtir.

Çünkü genç olmak, sürekli yenileyebilmektir kendini, hep yeni kalmaktır. Yeni bilgilerin, yeni deneyimlerin insanı olmaktır.

Bu dünyanın bu kadar olmadığını, şimdiye dek bilinmeyen, fark edilemeyen boyutlarının keşfedilmeyi beklediğini görebilmektir. Aramak, araştırmaktır. Sorgulamaktır. Bu evrenin, bu hayatın nice keşfedilecek gerçekleri, siz gençleri beklemektedir. Bu arayışı, yaşadıklarınızı eleştirel bir gözle görerek, kendinizle yüzleşme cesaretiyle gerçekleştirip, başınıza gelenlerden sürekli olarak öğrenme isteğiyle gerçekleştirebilirsiniz. Genç olmak, öğrenme yetisini, isteğini, gücünü yitirmemekle başarılabilir. Ne zaman yaşlanır insan? Artık öğrenemez olduğunda.

Önümüze öğrenmenin hazinelerini açan iki büyük kaynak var: Bilim ve sanat. Bilimin tuttuğu ışıkla arıyoruz hakikati, o teknolojiye destek vererek sorunlarımızın çözümüne katkıda bulunuyor; yaşamımızı kolaylaştırıyor, uzakları yakın ediyor, hastalıklarımızı iyileştiriyor. Gerçekliği kavramada önümüze yeni ufuklar açıyor. Hangi genç bilimin bulgularına kayıtsız kalabilir, hangi genç hayret duygusundan, meraktan yoksundur? Sanat, alışkanlıklarla yaşayıp gittiğimiz hayatın ötesine kapılar, pencereler açarak, dünyamızı zenginleştiriyor, ufkumuzu genişletiyor; farkına varmadığımız incelikleri tanıtıyor. Sanatla farklı boyutlar kazanıyor hayat. 
      
Elbette bu arayışında canlılığa, cana, bu dünyada yaşayan cümle mahlukata karşı sorumlu olduğunu unutmayacaktır. Genç, yeninin ardında, arayan, araştıran birisi olarak, bütün bu çabasında, insanlığa, çevresine, dünyada sürdürülmeye çalışılan hayata karşı sorumludur. Geçmişe, şu ana, geleceğe sorumludur.

Bu arayışın zorluğunu, sorumluluğunun ağırlığını nasıl taşır, genç insan? Gücünü aşktan alarak, 13. yüzyıl Anadolu bilgesi Yunus Emre ne diyor?
'Aşk gelicek, cümle eksiklikler biter.' (Gelicek, gelince demek.)
Aşk yürekleri doldurmamışsa, kainatın en küçük zerresinde bulunan bu aşk yaşanmıyorsa insan çabucak yaşlanır. Aşk gelince, bulununca, yaşanınca, yaşamın zorluklarının üstesinden kolayca gelinir. Çağımızda aşk çoğunlukla cinsellikle sınırlandırılıyor, oysa aşk toprakta, bulutta, suda, kelebeğin kanadında, yıldız tozlarındadır. Her yerdedir duyan kalpler için. Gençsek, bu anlamdaki aşkı dünyanın her tarafına taşımak en büyük sorumluluklarımızdan biridir.

Anadolu toprakları aşk doğuran, genç doğuran topraklardır.
Öyleyse, genç olmak, yeniye açık, arayan, sorumluluk sahibi, aşk dolu insan olmak demek. Biyolojik yaşınızın küçük olması sizin genç olduğunuzu göstermez. Dünyada biyolojik yaşı küçük ne çok yaşlı insan vardır. Gençlik yaşla ilgili değildir, insanının beynindedir gençlik ateşi, yüreğindedir. İçindedir. Dışımızın genç görünmesi, içimizin genç olduğu anlamına gelmez. İçimizin gençliği, içimizdeki yaşama sevincinden kaynaklanır, bilme, araştırma, öğrenme coşkusundan beslenir.

Yasal Uyarı: TurkMedya internet sitelerinde yayınlanan haberler ve köşe yazılarının tüm hakları TurkMedya Yayın Grubuna aittir. Kaynak gösterilerek dahi haberin veya köşe yazısının tamamı yazılı izin alınmaksızın kullanılamaz.
Sadece alıntı yapılan haberin veya köşe yazısının bir bölümü, alıntı yapılan habere/yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

23 Ekim 2010 Cumartesi

bulmaca

Osmanlı Devleti - Islahatlar


           1 K       
       2 P A T R O N A H A L İ L
            Ç       
3 G E N Ç O4 S M A N   İ       
      E      B       
5 T A R H U N C U A H M E T      
      E      Y       
  6 V   D         7 D   
 8 T A K V İ M İ V E K A Y İ  Ö   
9 L  K   İ          R   
 A  A   T 10 N İ Z A M I C E D İ D 
 L  Y   T          Ü   
 E  I   İ          N   
 D  H   F          C   
 E  A   A          Ü   
 V  Y  11 K Ö P R Ü L Ü M E H M E T 
 R  R             U   
12 İ K İ N C İ M A H M U T    R   
   Y             A   
   E  13 Ü Ç Ü N C Ü A H M E T   

2LALE DEVRİ HANGİ OLAYLA SONA ERMİŞTİR?
3YENİÇERİ OCAĞINI İLK OLARAK KALDIRMAYI DÜŞÜNEN PADİŞAH
5DEVLETİN DURAKLAMASINI MALİYEYE BAĞLAYAN DURAKLAMA DÖNEMİ ISLAHATÇISI
8OSMANLI DEVLETİNDE İLK RESMİ GAZETENİN İSMİ NEDİR?
103. SELİM DÖNEMİNE HANGİ İSİM VERİLİR
11KENDİSİNE SERBEST BİR ÇALIŞMA ORTAMI SAĞLAMAK VE CAN GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK AMACIYLA BAZI ŞARTLAR İLERİ SÜREN DURAKLAMA DÖNEMİ SADRAZAMI KİMDİR?
12OSMANLI DEVLETİNDE İLK NÜFUS SAYIMI HANGİ PADİŞAH DÖNEMİNDE YAPILMIŞTIR
13LALE DEVRİ PADİŞAHI KİMDİR?

14. MURAT DÖNEMİNDE HAZIRLANAN DURAKLAMANIN NEDENLERİNİ ANLATAN RİSALEDİR
42. MAHMUT DÖNEMİNDE AYANLARLA İMZALANAN ANLAŞMADIR
6YENİLİKLERİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL OLAN YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMA OLAYINA VERİLEN İSİMDİR
7İÇKİ, TÜTÜN İÇME VE GECE SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI KOYAN PADİŞAH KİMDİR)
9OSMANLI DEVLETİNİN BATIYA AÇILDIĞI DÖNEM HANGİSİDİR?

sosyalcim.org